"Felsefeyle Tanışıyorum"
Özgür Sinan'a kitap hakkında sorular:
1 - Sizce çocuklar kaç
yaşında felsefeyle tanışmalı? Ve neden bu yaşta tanışması gerektiğini
düşünüyorsunuz?
Zihnin
bir konuyla ilgili bilgileri karşılaştırması, belirli ayrımlar ya da
birleştirmeler yaparak bunların arasındaki bağlantıları ve biçimleri kavrama
yetisine düşünme diyoruz. Düşünme ediminin ürünü olan bilinç içeriğine ise
düşünce diyoruz. Kavramlar ve soyutlamalar üzerinden yürütülen yüksek bir
düşünce tarzı olarak felsefenin asıl konusu düşüncedir. Bu yanıyla felsefe
yapma, değişik düşünceleri ele alma, sorgulama, eleştirme ve temellendirmeden
başka bir şey değildir. Felsefenin neliğiyle ilgili yapılabilecek en basit ve
en yalın tanım şu olabilir: felsefe yapma,
düşünmenin öğrenilmesidir!
Ne var
ki, düşünmenin, öğrenilmesi gereken bir teknik, ustalık gerektiren bir beceri
olduğu önermesi, insanlara hem komik hem de saçma gelir. İnsanlar kendilerini
bildikleri andan itibaren düşünüp durduklarından, değişik düşünceler üreterek bu
düşünceler sayesinde yaşamlarını başarıyla sürdürdüklerinden, kendilerine deli
ya da aptal denilmediği için akıllarına ve düşüncelerine güvenmekte son derece
haklı olduklarından emindirler.
Bisiklet
sürme, testere kullanma, örgü örme gibi günlük yaşamla ilgili herhangi bir
becerinin; doktorluk, mühendislik, mimarlık gibi bilimsel bir uzmanlığın ya da
ressamlık, müzisyenlik, oyunculuk gibi sanatsal bir yeteneğin edinilmesi için
belli bir eğitimin zorunlu olduğunu herkes kabul eder. Ama bir teknik ve
ustalık olarak düşünmenin öğrenilmesine gelince iş değişir. İnsanlar bu konuda
eksikliklerinin olduğunu kabullenmeye ve sıkı bir eğitim sürecinden geçmeleri
gerektiğine bir türlü ikna olmazlar.
Her birey,
doğumundan itibaren bebeklik, çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik aşamalarında
belli toplumsallaşma ve kültürlenme süreçlerinden geçer. Bu süreçler boyunca
yalnızca içinde yetiştiği toplumun düşünsel-kültürel kodlarını, örüntülerini ve
davranış kalıplarını benimsemekle kalmaz, aynı zamanda sağduyuya dayalı görgül
düşüncenin tuzaklarına sık sık düşerek yüzeysel ve sığ bilinç biçimlerini, düşünce
üretimindeki mantıksal tutarsızlık ve çelişkileri, tutarsız ve sığ düşünce
tarzlarını da benimser. Böyle olduğu için, yani insanlar doğru ve sağlıklı
düşünmeyi bilemedikleri, yalnızca duygularına, basit algılarına ve
benimsedikleri toplumsal önyargılara/kalıplara göre düşündükleri için insanlık
tarihindeki bilimsel keşiflerin ve devrimci düşünce atılımlarının taşıyıcıları
(Sokrates, Abelardus, Galileo, Bruno, Servette, Spinoza, vb.) büyük bedeller
ödemek zorunda kalmışlardır.
Bu
söylediklerim ışığında sorunuza kısa yanıtım şudur: çocuklar konuşmaya
başladıktan sonra felsefe öğrenmeye koyulmalıdır, çünkü felsefeyi öğrenme,
doğru ve sağlıklı düşünmeyi öğrenmekten başka bir şey değildir. Başarılı bir
müzisyen ya da sporcunun yetiştirilmesinde olduğu gibi düşünmeyi öğrenme eğitimine
ne kadar erken yaşta başlanırsa, başarı şansı o kadar fazla olacaktır.
2 - Erken yaşta verilen
felsefe eğitiminin çocuklara nasıl bir artısı olduğunu anlatabilir misiniz?
Erken
yaşta verilen felsefe eğitiminin çocuklara sağlayacağı birçok yarar ve avantaj
var. Her şeyden önce çocuk, soru sorma ve sorgulama becerilerini kazanarak
dünyaya daha geniş bir açıdan bakmayı öğrenecektir. Böylece kendisine sunulan
her türden düşünce, çözüm önerileri ve farklı seçenekler karşısında
bocalamayacak, doğru yolu daha kısa sürede ve daha az çabayla bulabilecektir.
Felsefe eğitiminin ona kazandıracağı eğitilmiş merak duygusuyla birlikte
kendisini ve çevresini daha iyi tanıyacaktır. Buna koşut olarak edineceği
olumlu eleştiriler yapabilme becerisi sayesinde kendi düşüncelerini daha rahat,
daha güvenli, daha sağlam bir biçimde temellendirebilecek
ve savunabilecektir.
Felsefi
eğitimin çocuğa kazandıracakları bunlarla sınırlı değil elbette. Bu saydıklarımdan daha önemli kazanımlar da söz
konusu olabilecektir. Farklı düşünceleri sabırla dinlemeyi, onları sorgulamayı
ve eleştirmeyi öğrenen çocuk, bu yolla birçok yeni beceri ve yetenek
kazanacaktır: başkalarına ve onların düşüncelerine tahammül etmeyi, onları
hoşgörmeyi ve giderek onlarla empati kurma becerisini içselleştirecektir.
Felsefi eğitim sayesinde kendisine yönelik her eleştiride kötü niyet ve
düşmanca bir çaba aramaktan vazgeçecek, eleştirinin yararlı dinamizmini
keşfedecektir. Başkalarını ve onların görüşlerini sabırla dinlemeyi öğrendikçe
kendisine olan güveni artacak, intikamcılık, mızıkçılık ya da şımarıklık yapmak
yerine kendisine yönelik eleştirilerle nasıl başa çıkabileceğini öğrenecek,
hatalarını kabullenmeyi ve onları birer yenilgi olarak görmeden ilerideki
zaferlerinin basamakları haline getirmeye alışacaktır.
Kısacası,
felsefi eğitim onu kendine güvenen, hoşgörülü, empati duygusu gelişkin,
bağışlayıcı, sevecen ama bir o kadar da güçlü bir kişilik haline getirecektir.
3 - Yeni eğitim sisteminin
gözde olduğu STEAM’e felsefenin de eklenmesi gerektiği tartışılıyor. Sizce
eklenmeli mi neden?
STEAM'ın
"bir eğitim programından çok,
çocuğun kendini keşfetmesini destekleyen bir program" olduğu
söyleniyor. Bu açıdan çocuğun kendisini ve kendi güçlerini tanımasını, bunları
özgürce kullanmasını sağlayan felsefi eğitimin STEAM'la uygunluk taşıdığını rahatlıkla
söyleyebiliriz. Felsefi eğitim ile STEAM'ın "meraklı, sorgulayan, eleştiren, yaratıcı ve yeni çözümler
üreten/yenilikçi bireyler yetiştirme" ortak hedefinde buluşmamaları
için hiçbir neden yok. Dolayısıyla STEAM'a felsefi eğitimin eklenmesinin bir
zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Felsefe olmaksızın STEAM'ın hedeflerine
ulaşması bana göre pek olanaklı değil. STEAM modelinin kuruluşunda yer alan
bütün eğitimcilerin bu gerçeğin bilincinde olduklarından eminim.
4 - Bu kitapta yer
verdiğiniz 10 temel kavramla günlük hayatımızda bağlantı kuruyorsunuz. Söz
konusu 10 temel kavramın öğrenilmesi günlük hayatta ne gibi farklılıklar
yaratır?
Kitapta
ele aldığım kavramlar (felsefe, doğru/yanlış, adalet, özgürlük, iyi/kötü,
mutluluk, başarı/ödül, suç/ceza, eleştiri, yalan), felsefenin neliğiyle
ilgili olarak süregelen tartışmalarda kilit öneme sahipler. Bu kavramların
günlük yaşamla ilgilerinin kavranması, felsefenin neliği ve felsefe yapmanın
içeriği konusunda önemli ipuçları sunuyor. Neden böyle diyorum? Montaigne bir
denemesinde şunları yazıyor: "Asıl
felsefe bize yaşamayı öğreten felsefedir ve madem ki çocuğun da öbür
yaştakiler gibi, ondan alacak olduğu dersler vardır; niçin çocuğa felsefe
öğretilemezmiş?" Montaigne çok haklı, gerçekten de asıl felsefe bize
yaşamayı öğreten felsefedir. Dolayısıyla felsefenin içeriği, yaşamla birebir
örtüşmek zorunda. Kitapta ele aldığım kavramların günlük hayatla bağlarını
göstererek çocuklara felsefenin neliği üzerinde sağlıklı bir bakış açısı
sunmaya çalıştım: Asıl felsefe, bize
yaşamayı öğreten felsefedir!
5 - Kitapta sorulara cevap
vermekten çok çocuklara soru sormayı öğretiyorsunuz. Günümüz eğitim sisteminin
dayattığı teste ve başarıya odaklı sistemde bu tür bir yaklaşım nasıl bir
farklılık yaratıyor sizce?
Felsefede
asıl önemli olan sorulardır! Felsefenin binlerce yıllık tarihi içinde belli
sorulara verilen sayısız yanıt var. Bu yanıtların çoğu, bugün için eskimiş,
aşılmış düşüncelerden oluşuyor. Örneğin, büyük filozoflar Herakleitos, Platon
ya da Aristoteles'in özgürlük, kölelik ya da kadın hakları konularındaki
düşüncelerini bugün yalnızca acı birer gülümsemeyle okuyoruz. "Özgürlük
düşüncesinin öncüsü ve bayraktarı" olarak göklere çıkartılan ünlü filozof
John Locke, aslında köle ticareti yapan bir şirketin ortağıydı, vb. Felsefe
tarihi içinde felsefi yanıtlar sürekli olarak yenilenip yeniden üretilirken,
felsefi sorular varlıklarını bugün de sürdürüyor. Demek ki kalıcı olan yanıtlar
değil, sorulardır!
Günümüz
eğitiminin dayattığı teste ve başarıya odaklı sistem, aslında temel bir yanılgı
üzerinde şekilleniyor. Bu yanılgı, eğitimi yalnızca bilgi edinme/edindirme
süreci olarak ele almaktan kaynaklanıyor. Bu sistem, çocuğu boş bir çuval
olarak görüyor ve onun içine olabildiğince çok sayıda bilgiyi, bilgi denilen
odun parçalarını tıkıştırmayı hedefliyor. Oysa felsefe ve filozof, insanlara
bir şeyler öğretmez. Filozof, bilen ve öğreten değil, sorgulayan/sorgulattıran,
eleştiren/eleştirten ve insanları farklı yönlerde düşündürtendir. Felsefeyi
aşırı soyut bir kavramlar denizine çevirip karmaşıklaştıran ve bu yönüyle bir
bakıma istismar eden bazı filozofların tersine olarak, hiçbir büyük filozof,
insanlara kendi doğrularını dayatmaya ve öğretmeye çalışmamıştır. Onlar yalnızca
belli felsefi sorulara, kendilerince yanıtlar vermiş, bu yanıtları oluştururken
nasıl bir düşünme sürecinden geçtiklerini ortaya koymuşlardır.
Uzun
sözün kısası, eğitim, esas olarak insanlara yeni bilgiler edindirme süreci
olarak görülmemeli; eğitimde amaç, aklın ve düşüncenin geliştirilmesi
olmalıdır. Günümüzün dijital dünyası bu söylediklerimin bir kanıtı durumunda.
Herkes elindeki bilgisayar benzeri
telefonlardan her türden bilgiye kolayca ulaşabiliyor. Geometrik hızla
artan inanılmaz bilgi hacmini öğrenmeye, ezberlemeye, hatmetmeye ne gerek var?
Gerektiğinde onlara ulaşmak hiç de zor değil... Zor olan, bütün o bilgi
bombardımanı içinde gerçeği bulmak, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, başarıyı
başarısızlıktan ayırabilmektir. Eğitimin bize kazandıracağı asıl yeti, işte bu
olmalıdır.